Son günler de Hristiyanlar için çok önemli bir din büyüğü sayılan İzmirli aziz Polycarpenin mezarının yeri yeniden gündeme geldi. Mezarının yeri hakkında çeşitli varsayımlar ve iddialar öne sürülen bu dini liderin kim olduğunu ve mezarı ile ilgili kendi düşüncelerimi ele alan yazımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Hristiyanlık dininin yeni yeni yayılmaya başladığı ve ortadoğu, anadolu, yunanistan ve italya topraklarında çeşitli irili ufaklı topluluklardan ibaret olduğu dönemde Roma İmparatorluğu hüküm sürmekte idi. Paganist bir din yapısına bağlı Roma Devletinin resmi dini Yunan tanrılarının latinleşmiş bir biçimi olan çok tanrılı/paganist bir din anlayışının yanı sıra Roma Devletinin ve İmparatorlarının da birer tanrı olarak kabul edilmesi şeklindeydi. İlk Yedi Kilise, Roma İmparatorluğu döneminde Anadoluda kurulmuştur, her bir kilise kurulduğu yerin Roma dönemindeki adıyla anılır: Efes (Ephesos) (Selçuk) İzmir (Smyrna) Bergama (Pergamon) Salihli (Sardes) Alaşehir (Philadelphia) Denizli (Laodikeia) Akhisar (Thyateira) Bu kilise tanımı şimdiki gibi ibadethane binasını değil topluluğu ifade ediyordu o yüzden şimdilerde bu 7 kilisenin binasını arayan meraklı tursitler boşuna uğraşacaktır, çünkü o zaman ki hristiyanlar kendilerini gizleyen, birbirlerinin evlerinde toplanan ya da gözlerden uzak dehliz, mağara gibi yerlerde ibadetlerini yapan güçsüz topluluklardı. Aziz Yuhanna döneminde bu topluluklar gerek Romalı yöneticilerden baskı görmekte gerekse kendi içlerinde sıkıntılar yaşamakta idi, Aziz Yuhanna (Mezarı Efestedir) Hz.İsa dan aldığı ilham ile bu yedi kiliseye birer mektup yazmıştır, İzmir kilisesine ise şunları yazmıştı. Vahiy 2:10-11 Çekmek üzere olduğun sıkıntılardan korkma! Bak, İblis sizi sınamak için aranızdan bazılarını yakında zindana atacak ve on gün süreyle sıkıntı çekeceksiniz. Ölüm pahasına da olsa sadık kal, ben sana yaşam tacını vereceğim. Kulağı olan, Ruh'un topluluklara ne dediğini işitsin. Galip gelen, ikinci ölümden hiçbir zarar görmeyecek.' Policarp’te “İsa’nın sevdiği öğrenci diye adlandırılan” Yuhanna’nın öğrencisidir. Polycarpe, yaklaşık olarak 69 yılında doğmuştu. Kendisi Aziz (Havari) Yuhannanın öğrencisi ve Aziz İgnatiosun arkadaşıdır. Polycarpe, İzmir Kilsesinin (cemaatinin) uzun yıllar episkoposluğunu yapmıştı. Sade yaşamı, yardımseverliği ile ve dinine bağlılığı ile tanınıyordu. Roma tanrılarına ve imparator Antonius Pius adına kurban kesmeyi reddetmesi ve bunların ötesinde halkı tanrılara (putlara) karşı inanmama yolunda kışkırtması suçlaması ile İzmir idari makamları tarafından 80 li yaşlarında iken hakkında yakalama emri çıkarıldı. İman uğruna ve Mesih’in vaadine sıkı sıkı sarılan ve imandan vazgeçmeyen adamın bu hazin sonu başka kilise ve insanlara teşvik olsun diye bu olayı bizzat Policarp’ın gördüğü ceza ve işkencelerin görgü tanığı olan İzmir Kilisesinin mensupları Phrigya Kilisesine bu mektubu yazarak onlara bu hadiseyi anlatmışlardı. Policarp’ın şehit edilişine ait burada anlatılanlar bu mektuptan alınmıştır. Phrigya Kilisesine Mektup Askerler Policarp’ı arıyorlar Policarp her şeyi ile mükemmeldi. Olanları duyunca hiç etkilenmedi, hatta aynı şehirde kalmak bile istedi. Ama çoğunluk onu uzaklaşmaya ikna etti. Bunun için şehirden uzakta olmayan küçük bir eve arkadaşları ile birlikte çekildi. Adeti olduğu gibi gece ve gündüz bütün insanlar ve dünyadaki bütün kiliseler için dua ediyordu. Yakalanmasından üç gün önce dua ederken bir rüya gördü. Odasını alevler içinde gördü. Arkadaşlarına da dönüp kehanette bulundu: “Canlı olarak yakılacağım!” Onu yakalamak üzerelerken başka bir yere taşındı. O gider gitmez polis onu yakalatmak için varmıştı. Onu bulamayınca genç iki esiri ele geçirdiler. Aralarından biri işkencelere dayanamayıp konuştu. O andan itibaren Policarp artık saklanamıyordu. Çünkü kendi evinden olan kişiler onu ele vermişlerdi. Herodes isimli yüzbaşı, onu stadyuma getirmek için acele ediyordu: Policarp’ın kaderi, orada Mesih’in acılarını paylaşmaktı. Onu ele verenlerde Yahuda’nın cezasını çekeceklerdi. Yakalanması Bir Cuma, akşam yemeği saatinde, genç köleyi götürdüler. Piyade ve atlı askerler, her zamanki gibi silahlı olarak, bir haydutu kovalıyorlarmış gibi yola kovuldular. Vardıklarında karanlık çökmüştü ve Policarp’ı yukarıdaki katta yatarken buldular. Oradan da kaçıp başka bir yere saklanabilirdi. Ama istemedi. Şöyle dedi: -“Allah’ın istediği olsun”! Policarp vardıklarını duymuştu. Aşağıya inip onlarla konuşmaya başladı. Yaşı ve sakinliği ile herkesin hayranlığını uyandırdı. O yaşta birini tutuklamak için bu kadar çok uğraşıldığına, emek sarf edildiğine şaşıyorlardı. Policarp hemen orada diledikleri kadar yiyecek ve içecek ikram etti. Onlardan sadece rahatça dua edebilmesi için bir saat istedi. Kabul ettiler. Ayakta dua etti. Allah’ın lütfu ile dolu idi. Böylece iki saat dua etti. Onu duyanlar şaşkınlık içinde idiler. Çoğu böyle hürmete layık bir ihtiyarı yakalamaktan üzgündü. Stadyuma doğru yolda Policarp onunla beraber yaşamış olan büyükler ve küçükler meşhur veya halktan olan insanlar ve bütün dünyaya yayılmış Kilise için dua ettikten sonra yola koyulma zamanı gelmişti. Onu bir merkep üstüne oturttular ve şehre götürdüler. O gün cumartesi günü idi. Askerlerin başı ve onun babası Nicetus onu karşılamaya geldiler. Onu arabalarına aldılar, aralarına oturttular.onu ikna etmeye çalışıyorlardı: -“Sezar tanrıdır deyip ona günlük ikram etmekte ne kötülük var? Böyle yaparak hayatını kurtarırdın.” O ilk önce hiç sesini çıkarmadı. Sonra ısrar ettikleri için şöyle cevap verdi: -“Hayır, bana tavsiye ettiklerini yapmayacağım” Onu ikna edemeyeceklerini anladıklarında ona bu sefer küfretmeye başladılar. Onu arabadan şiddetle dışarı attılar. O kadar ki ayağı bile yaralandı. Policarp başına hiç bir şey gelmemişçesine arkasına dönüp bakmadan stadyuma doğru yürümeye başladı. Orada o kadar çok gürültü vardı ki hiç kimse sesini duyurtamıyordu. Sonunda Policarp’ı içeri aldılar. Onun yakalandığı duyulduktan sonra gürültü sağır edecek kadar çok fazlalaştı. Sorgu Policarp’ı Konsül Vekili’ne götürdüler. Konsül Vekili onun Policarp olup olmadığını sordu. O, “evet” diye cevap verdi. Konsül Vekil ona, hayır demesini tasfiye etti. -Büyük yaşına saygı duy! –dedi.ve adeti olduğu gibi buna benzer şeyler ekledi: -Sezar’ın adına yemin et! Geriye dön! Dinsizleri yuhla! O zaman Policarp ciddi bir ifade ile stadyumu dolduran paganlara baktı, onları eliyle işaretledi,gözlerini gökyüzüne çevirdi ve içini çekerek şöyle dedi. -“Dinsizlere yuh”! Konsül Vekili ısrar ediyordu: -“Yemin et seni serbest bırakacağım! Mesih!i inkar et”! Policarp şöyle cevap verdi: -“Seksen altı senedir Mesih’e hizmet ediyorum ve bana hiçbir kötülüğü dokunmadı. Kralıma ve Kurtarıcıma nasıl küfrederim?” Konsül Vekili yeniden ısrar etti: -Sezar’ın adına yemin et. Policarp şöyle cevap verdi: -“Dediğin gibi yemin edeceğimi zannediyorsan, yanılıyorsun. Ve benim kim olduğumu bilmezlikten geliyorsun. İşte, dinle, ben sana açıkça söylüyorum: Ben Hristiyanım!” Konsül Vekili yeniden başladı: -Hayvanlarım var. Eğer fikir değiştirmezsen onlara yem olursun. Policarp cevapladı: -“Haydi çağır onları! Çünkü bizler iyiden kötüye gitmek için fikir değiştirmeyiz. Ama kötüden iyiye geçmek işte bu güzeldir!” Konsül Vekili kızarak: -Madem ki hayvanları küçümsüyorsun, fikir değiştirmezsen seni ateşle yakarım. – dedi. Policarp cevapladı: -Sen beni bir an yakan sonra sönen ateşle korkutuyorsun. Ama kötüleri bekleyen sonsuz acıları ve muhakemenin ateşini bilmiyor musun? O halde geç kalma. İstediğin gibi karar ver. İşte Policarp’ın verdiği cevaplardan birkaç tanesi. Yüzü güzellikten parlıyordu ve kuvvet mutluluk doluydu. Soruşturma onu ne sıkmış ne de üzmüştü. Tersine Konsül Vekili çok sinirliydi. Sözcüsünü stadyumun ortasına yollayıp üç kere şunu bildirdi: -Policarp Hristiyan olduğunu söyledi! Ölüme mahkum edilir Kahramanca söylediği bu sözlerden sonra paganlar ve İzmir’e yerleşmiş Museviler kızgınlıkla bağırmaya başladılar: -İşte Asya’nın öğreticisi, Hristiyanların babası, tanrılarımızı yıkan o’dur! Bir taraftan kuvvetle bağırırlarken öte yandan Asiyark Filippus’tan Policarp üzerine bir aslan yollamasını istiyorlardı. Filippus bunu yapmaya yetkisi olmadığını söyledi. Çünkü hayvanlarla dövüşler sona ermişti. O zaman hep beraber karar verip şöyle bağırdılar: -Policarp canlı olarak yakılsın! Odunlar hazırlanıyor O zaman her şey çok çabuk, gerektiğinden kısa bir sürede oldu. Anında millet tahtalar ve odunlar toplamaya ve üst üste yığmaya başladı. Museviler, adetleri olduğu gibi hevesle çalışıyorlardı. Odunlar hazır olunca Policarp kendi soyundu, kemerini ve ayakkabılarını da çözmeye çalıştı. Genelde bunu kendi yapmazdı, çünkü etrafındaki imanlılar bu hizmeti ona yapmaya can atıyorlardı: adeta vücuduna dokunabilmek için yarışıyorlardı. Gerçekten de şehit olmadan önce bile ona büyük bir saygı duyuyorlardı, çünkü yaşamı ile büyük bir aziz olduğunu gösteriyordu. Onu yakmak için gerekenleri derhal hazırladılar. Onu çivilemek üzerelerken Policarp şöyle dedi: -“Beni böyle bırakın! Bana alevlere dayanma gücünü veren çivisiz de kımıldamadan durmam için bana güç verecektir.” O zaman onu çivilemediler, sadece bağladılar. Elleri sırtında zincirli, kurban edilmek üzere sürüden alınmış kaliteli, Allah için hazırlanmış güzel bir kurbanlığa benziyordu! Şükran Duası Policarp gözlerini göğe kaldırarak şöyle dedi: “Rabbim, her şeye kadir Allah’ım, Çok sevgili ve kutsal Oğlun Mesih İsa Bize senin adını öğretti. Melekelerin ve her gücün Allah’ı bütün yaratıkların ve senin indinde yaşayan bütün dürüst insanların Babası, sana şükrediyorum, çünkü beni bu günü ve bu saati yaşamaya layık gördün, Mesih’in kupasına ortak olmama beni layık gördün; öyle ki ruhum ve vücudum ebedi bir hayata dirilecek ve Kutsal Ruh gibi ebediyen yaşayacaktır. Allah’ım bu gün beni değerli ve hoş bir sunak olarak yanında kabul et! Sen bunu eskiden beri hazırlamıştın, Bana bildirmiştin ve de şimdi gerçekleştirdin, Ey gerçeklerin Allah’ı! Bunun için ve diğer bütün lütuflar için sana şan, şeref ve övgüler olsun, Ebedi büyük kahin olan sevgili oğlun Mesih İsa sayesinde sana şan, şeref ve övgüler olsun! Mesih sayesinde, Mesih’le birlikte ve Kutsal Ruh’un sağladığı birlik sayesinde şimdi ve ebediyen sana övgüler olsun! Amin. Alevlerin Arasında Policarp amin deyip duasını bitirdikten sonra ateşini yaktılar. O zaman parlak bir alev yükseldi. Ve gördüklerimizi başkalarına anlatabilmemiz için orada bulunma şansına layık olan bizler bir şaheser gördük: alev, rüzgardan şişmiş bir yelkenli gibi idi. Ve bizler güllük kokusuna benzer en güzel kokulara bedel bir koku duyduk. Sonunda paganlar Policarp’ın vücudunun ateşten etkilenmediğini görünce onu hançerlemek için birini yolladılar. Onu hançerlediklerinde o kadar çok kan aktı ki ateş söndü. Kalabalık, imansızlar ile seçilmişler arasındaki büyük farkı görmekten şaşkındılar. Ama kötü, kıskanç, doğru olanların düşmanı, Policarp’ın şehit olmasındaki büyüklüğü ve çocukluğundan beri kusursuz olan hayatını duydukça ve onun böyle bir zaferle öldüğünü görünce zavallı cesedini almamıza izin verilmedi, hepimiz onun değerli vücuduna sahip olmak istiyorduk. O kötü Herodes’in babası ve Alces’in kardeşi Nicetus’a vucudunu bize vermemeleri için aracılık yapmasını istedi. Ve şöyle diyordu: -Kokmamalıyız, belki de haça gerilmişten vazgeçip Policarp’a tapmaya başlarlar! Bunu Policarp’ın vucudunu almak istediğimizde incelemeler yapan Musevilere söylediler. Onlar, dünyada insanların kurtuluşu için acılar çeken Mesih’ten başkasına tapmayacağımızı bilmiyorlardı. Biz Mesih’i ne terk edebiliriz ne de başkasına değiştirebiliriz. Çünkü biz O’na Allah’ın Oğlu olduğu için tapıyoruz. Ama din için şehit olanları, Havarileri ve Rabbi taklit edenleri çok severiz. Ve bu doğrudur, çünkü onlar Rabbi ve Kralımızı mukayese edilmez bir şekilde sevdiklerini gösterdiler. Biz de keşke onların arkadaşları ve öğrencileri olabilsek! Yüzbaşı, Museviler tarafından çıkarılan kavgayı görünce cesedi herkesin görebilmesi için sergiledi ve sonra adetleri gereğince onu yaktılar. İşte bizde kıymetli taşlardan ve paha biçilmez altından daha değerli olan kemiklerini böylece toplayabildik ve doğru dürüst bir yere koyabildik. İşte orada. Allah’ın yardımı ile mümkün olduğu zamanlar sevinçle ve mutlulukla, Policarp’ın ölüm yıldönümlerinde toplanıyoruz. Ve diğer din şehitlerini de hatırlıyoruz. Ve böylece kendimizi de ileride olabilecek zorluklara hazırlıyoruz. Bir örnek ve bir hatıra Bu mutlu Policarp’ın öyküsüdür. Filadelfiya’dakilerle beraber izmirde şehit olan onikinci kişidir. Fakat Policarp diğerlerinden daha çok hatırlanmaktadır, o kadar ki paganlar bile halen ondan bahsetmektedirler. Policarp sadece iyi bir hoca değil aynı zamanda İncil’e uygun olarak şehit olan örnek bir kişidir. Ve herkes onun acı çekmesini örnek almak istemektedir. Sabrı ile adaletsiz hakim önünde zafer kazandı ve ölümsüzlük tacına layık oldu. Policarp şimdi Havarilerle ve bütün doğru olanlarla birlikte mutlulukla Evrensel Kilisenin Çobanı, ruhlarımızın rehberi ve Kurtarıcımız Rabbimiz Mesih İsa’yı ve her şeye kadir Allah’ı övmektedir. Yukarıdaki ifadeler o zamanki Kilise mensuplarınca Frigyadaki Akşehirde yaşayan Hristiyan topluluğuna İzmir kilisesi tarafından gönderilmişti.
Bu gün ne Polycarpe ait bir mezardan ne de olayların cereyan ettiği antik stadyumdan bir iz kalabilmiştir. Öncelikle antik tiyatro ile stadyumu karıştırmamak lazımdır. Bu günler üstünde ki gecekonduların kamulaştırılması ile yeniden açığa çıkma ümidi olan ve çok azda olsa bazı izleri görülebilen tiyatronun aksine stadyum dan en ufak bir iz yoktur ve sadece yeri bilinmektedir. Stadyum kalenin batı kapısına doğru giden yol üzerindeki Halit Bey İlköğretim okulunun yanındadır. Üzeri tamamen evlerle kaplıdır. Gerçi gecekondulaşma başlamadan çok önceleri bile stadyumdan kalan kalıntı yok gibi bir şeydi çünkü antik tiyatro ve stadyum Osmanlı döneminde uzun süre kemeraltı çevresindeki özellikle hanların özellikle de 1922 yangınında yok olan büyük ve küçük vezir hanlarının yapı malzemesi olarak kullanılmış ve daha sonra yine buradan çıkarılan taşlarla bir çok kamu binası ve İnciraltında bulunan Yeni Kale yapılmıştır. Taş ocağı olarak kullanılan stadyum 100 yıl önce bile boş bir arsa görünümünde idi. Antik stadyumun 100 yıl önceki ve şimdiki halleri aşağıdadır
395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, İzmir, sonradan Bizans İmparatorluğu olarak tanınacak Doğu Roma İmparatorluğu'nun bir parçası olur. Bizans İmparatorluğu döneminde Araplar, Selçuklular, Haçlılar ve Cenevizliler kenti ele geçirmek için birbirleriyle savaşırlar. Türkler İzmir'i ilk kez 1081'de Selçuklu akıncılarından ve zamanla ilk Türk denizcisi olacak Çaka Bey'in komutasında ele geçirirler. Çaka Bey'in ölümünden sonra Bizanslılar kenti 1098'de geri alırlar ve şehrin kıyı tarafı 1204 yılında Rodos Şovalyeleri'nin eline geçer. 1310'da Aydınoğlu Umur Bey tüm şehri ele geçirir. 1344 yılında Cenevizliler kıyıdaki St. Peter kalesini ele geçirirler. Cenevizliler aşağı kenti kontrollerinde tutarken Aydınoğulları Beyliği yukarı kentte (Kadifekale) hakimiyet kurar. Gavur İzmir deyimi o dönemden kalmadır ve Cenevizlilerin elinde kalan aşağı kenti tanımlamak için kullanılmıştır. 14.yüzyıl ortalarında St. Peter kalesi ve aşağı kent bu kez Rodos Şövalyeleri tarafından ele geçirilir. Bu arada Osmanlı Devleti 1398'de İzmir üzerinde hakimiyet kurdu. Ankara Savaşı'nı kazanarak Osmanlı Devleti'ni mağlup etmiş olan Timur'un 1403'te bizzat komuta ettiği Moğol ordusu kenti istila edip, St.Peter Kalesini yerle bir eder. Bu fetih Timur'un Hıristiyan güçlere karşı yapmış olduğu tek savaş olması nedeniyle ayrıca önemlidir. Osmanlı Devleti'nin toparlanmasından sonra 1422 yılında II. Murat kenti zapteder ve İzmir bundan sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olur. İS.155 de öldürülen Polycarpe için bilinen ilk kilise, St. Polycarp adına Osmanlı İmparatoru Sultan Süleyman'ın izni ile Fransa Kralı XIII. Louis’in yardımıyla İzmir Frenk Mahallesinde 1625 yılında inşa edilmiştir. Kilise yapıldığı zaman Fransız Kapusin rahiplerine verilmiştir. Bu kilise İzmirli aziz adına yapılmış olmakla birlikte onun mezarı ile bir ilgisi yoktur. 1631 yılında izmire gelen Tavernier stadyumun yakınındaki yıkıntılar için Polycarpenin görev yaptığı kiliseden kalma demiştir oysa ki Polycarpenin görev yaptığı kilise anlamı cemaat liderliği idi, baskı ve takip halindeki Hristiyanların şehir içinde bir taş bina yapıp göstere göstere bu kilise binasıdır demeleri imkansızdı. 1648 de Monconysda bu kalıntıların kilise olduğunu söyler,1675 de Spon yine aynı şeyleri söylüyor ve bir çok seyyah da antik stadyum yakınlarındaki antik kalıntıları Polycarpenin kilisesi diye adlandırıyor. Mezarı hakkında ise kimse bir şey söyleyememiş, 1648 de Monconys, orada görülen sadece bir Türk evliya mezarıdır. öyleyken Rumlar bunu onun mezarı sayıyorlar demektedir. Spon ise bu mezarın anmaya değer hiç bir yanı yoktur diyor. 1739'da İzmire gelen Pockocke ise Stadyum yakınında Polycarpenin mezarı vardır, Söylenene bakılırsa rumlar onun anma gününde çok büyük karışıklıklar çıkarmış, izmir kadısıda bu mezarı Rumlar dan kim ziyaret ederse şehirdeki tüm rumların (Hristiyanların)para ödemesi gerektiğini söyleyince bu iş tutmamış ve hristiyanlarca ziyaret edilmez olmuştur. Bu günden sonra da mezarın başına Türklerde adet olan sarıklı bir mezar taşı dikilmiştir. şeklinde anlatmıştır. Chandler ise bu mezarın Polycarpenin olup olmadığına dair kimsenin bir şey bilmediğini söylemektedir. Peki bu antik stadyum yakınındaki sarıklı mezar kimindi? İzmir'in Aydınoğulları Beyliği döneminde Türklerin eline geçmesinde çok yararlı olmuş bir zat olduğu düşünülen ve bir zamanlar yanı başında bir de tekke binası olan Yusuf Dede daha aşağılardaki Emir Sultan gibi Aydınoğulları döneminde fetih de bulunmuş bir alp eren idi. Evliya çelebi döneminde burada ki tekkeden ve mezardan bahseder. Zamanla çevresi müslüman mezarlığı olan bu Yusuf Dede tekkesi ve türbesi Polycarpenin mezarını arayan ama bulamayan gezginler tarafından buradaki bu önemli mezar olsa olsa Polycarpenin mezarıdır diyerek, tüm fotoğraf ve kartpostallarda Polycarpenin mezarı olarak adlandırılmış, yine Polycarpenin kilsesi olarak da son yıllarda yapılan kazılarda altında daha eski bir tapınak ve kiliseye rastlanmayan ve Türklerin izmirde yaptığı ilk camii olduğu ispatlanana kadar acaba şapelden mi çevrilme diye merak edilen kale mescidini de Polycarpenin kilisesinin camiye çevrilmiş hali olarak adlandırmışlardır. Oysa ki Polycarpenin görev yaptığı bir kilise binası o dönemde yoktu. Yusuf Dedenin mezarı ise 1930 larda yok olmuştur ki kadifekalenin altında ki yangın gözetleme kulesi ve İnkilap ilkokulu civarında idi.
Polycarpe kilisesi denilen kale mescidinde yapılan kazılarda kilise olduğuna dair bir ize rastlanmadı
Halitbey Caddesindeki Katolik Polycarpe Kilisesi Polycarpenin zamanla Yusuf Dedeye dönüştüğünü iddia edenler varsa da bu mümkün olamaz, çünkü Polycarpe antik stadyumda öldürülmüştür ve izleyicileri tarafından altından, mücevherden üstün tutulan kalıntıları toplanmış ve uygun ? bir yere yerleştirilmiştir fakat Romalılarca suçlu ilan edilip öldürülen bu din adamını o zaman için kamusal bir alan olan stadyumun yanı başına, korkmadan ve Romalıları tahrik edercesine böyle alenen bilinen bir yere gömemez ve gömmezlerdi. O zaman için bu kalıntıları daha güvenli bir yeraltı dehlizine ya da toplandıkları evin içinde bir kutuda saklamış olmaları akla daha uygundur. Yüzbaşı, Museviler tarafından çıkarılan kavgayı görünce cesedi herkesin görebilmesi için sergiledi ve sonra adetleri gereğince onu yaktılar. İşte bizde kıymetli taşlardan ve paha biçilmez altından daha değerli olan kemiklerini böylece toplayabildik ve doğru dürüst bir yere koyabildik. diye ifade edildiğine göre geriye sadece kemik ve küller kalmıştı ki bu da bir kutuda saklanabilirdi. Bizans döneminde böyle bir mezarın yeri bilinse idi ki Selçukta Aziz Yuhanna Kilisesi/mezarı ya da Pamukkale/Hierapolis St.Philip Kilisesi/şehitliği ve nice örnekte ki gibi burasının üstüne bir manastır, kilise, Martyrion denilen şehitlik binası yapılması gerekirdi. Yine bu tür din şehidi mezarları sıradan bir kişi gibi toprağa gömülmez, bir lahit yada relic denilen kutsal muhafaza kutularında kiliselerin en güvenli yerlerinde saklanırdı. Aziz Polycarpe antik stadyumda öldürülmüştür fakat mezarı yada ona ait bir kilise olmamıştır. Onun kalıntıları belki hala bir yerlerde sakldır, belki Bizans Döneminde onun için yapılmış bir kilise ile birlikte yok olmuştur, bunu bilmiyoruz fakat onun burada öldürülmesinin bile bilinmesi adına hatırasını yaşatmak için proje ve çalışmalar yapılması, gerekirse antik stadyumun olduğu bölgeninde kamulaştırılıp, antik kazılara açılması ve Aziz Polycarpe için bir anıt vs. dikilmesi din turizmi adına şehrimize gelecek turistler için çok yerinde ve faydalı olacaktır.
Polycarpe mezarı olarak adlandırılan Yusuf Dede Mezarı
İlbey TANKUT
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İlbey Tankut
İZMİRLİ AZİZ POLYCARPENİN KAYIP MEZARI
Son günler de Hristiyanlar için çok önemli bir din büyüğü sayılan İzmirli aziz Polycarpenin mezarının yeri yeniden gündeme geldi. Mezarının yeri hakkında çeşitli varsayımlar ve iddialar öne sürülen bu dini liderin kim olduğunu ve mezarı ile ilgili kendi düşüncelerimi ele alan yazımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Hristiyanlık dininin yeni yeni yayılmaya başladığı ve ortadoğu, anadolu, yunanistan ve italya topraklarında çeşitli irili ufaklı topluluklardan ibaret olduğu dönemde Roma İmparatorluğu hüküm sürmekte idi. Paganist bir din yapısına bağlı Roma Devletinin resmi dini Yunan tanrılarının latinleşmiş bir biçimi olan çok tanrılı/paganist bir din anlayışının yanı sıra Roma Devletinin ve İmparatorlarının da birer tanrı olarak kabul edilmesi şeklindeydi. İlk Yedi Kilise, Roma İmparatorluğu döneminde Anadoluda kurulmuştur, her bir kilise kurulduğu yerin Roma dönemindeki adıyla anılır: Efes (Ephesos) (Selçuk) İzmir (Smyrna) Bergama (Pergamon) Salihli (Sardes) Alaşehir (Philadelphia) Denizli (Laodikeia) Akhisar (Thyateira) Bu kilise tanımı şimdiki gibi ibadethane binasını değil topluluğu ifade ediyordu o yüzden şimdilerde bu 7 kilisenin binasını arayan meraklı tursitler boşuna uğraşacaktır, çünkü o zaman ki hristiyanlar kendilerini gizleyen, birbirlerinin evlerinde toplanan ya da gözlerden uzak dehliz, mağara gibi yerlerde ibadetlerini yapan güçsüz topluluklardı. Aziz Yuhanna döneminde bu topluluklar gerek Romalı yöneticilerden baskı görmekte gerekse kendi içlerinde sıkıntılar yaşamakta idi, Aziz Yuhanna (Mezarı Efestedir) Hz.İsa dan aldığı ilham ile bu yedi kiliseye birer mektup yazmıştır, İzmir kilisesine ise şunları yazmıştı. Vahiy 2:10-11 Çekmek üzere olduğun sıkıntılardan korkma! Bak, İblis sizi sınamak için aranızdan bazılarını yakında zindana atacak ve on gün süreyle sıkıntı çekeceksiniz. Ölüm pahasına da olsa sadık kal, ben sana yaşam tacını vereceğim. Kulağı olan, Ruh'un topluluklara ne dediğini işitsin. Galip gelen, ikinci ölümden hiçbir zarar görmeyecek.' Policarp’te “İsa’nın sevdiği öğrenci diye adlandırılan” Yuhanna’nın öğrencisidir. Polycarpe, yaklaşık olarak 69 yılında doğmuştu. Kendisi Aziz (Havari) Yuhannanın öğrencisi ve Aziz İgnatiosun arkadaşıdır. Polycarpe, İzmir Kilsesinin (cemaatinin) uzun yıllar episkoposluğunu yapmıştı. Sade yaşamı, yardımseverliği ile ve dinine bağlılığı ile tanınıyordu. Roma tanrılarına ve imparator Antonius Pius adına kurban kesmeyi reddetmesi ve bunların ötesinde halkı tanrılara (putlara) karşı inanmama yolunda kışkırtması suçlaması ile İzmir idari makamları tarafından 80 li yaşlarında iken hakkında yakalama emri çıkarıldı. İman uğruna ve Mesih’in vaadine sıkı sıkı sarılan ve imandan vazgeçmeyen adamın bu hazin sonu başka kilise ve insanlara teşvik olsun diye bu olayı bizzat Policarp’ın gördüğü ceza ve işkencelerin görgü tanığı olan İzmir Kilisesinin mensupları Phrigya Kilisesine bu mektubu yazarak onlara bu hadiseyi anlatmışlardı. Policarp’ın şehit edilişine ait burada anlatılanlar bu mektuptan alınmıştır. Phrigya Kilisesine Mektup Askerler Policarp’ı arıyorlar Policarp her şeyi ile mükemmeldi. Olanları duyunca hiç etkilenmedi, hatta aynı şehirde kalmak bile istedi. Ama çoğunluk onu uzaklaşmaya ikna etti. Bunun için şehirden uzakta olmayan küçük bir eve arkadaşları ile birlikte çekildi. Adeti olduğu gibi gece ve gündüz bütün insanlar ve dünyadaki bütün kiliseler için dua ediyordu. Yakalanmasından üç gün önce dua ederken bir rüya gördü. Odasını alevler içinde gördü. Arkadaşlarına da dönüp kehanette bulundu: “Canlı olarak yakılacağım!” Onu yakalamak üzerelerken başka bir yere taşındı. O gider gitmez polis onu yakalatmak için varmıştı. Onu bulamayınca genç iki esiri ele geçirdiler. Aralarından biri işkencelere dayanamayıp konuştu. O andan itibaren Policarp artık saklanamıyordu. Çünkü kendi evinden olan kişiler onu ele vermişlerdi. Herodes isimli yüzbaşı, onu stadyuma getirmek için acele ediyordu: Policarp’ın kaderi, orada Mesih’in acılarını paylaşmaktı. Onu ele verenlerde Yahuda’nın cezasını çekeceklerdi. Yakalanması Bir Cuma, akşam yemeği saatinde, genç köleyi götürdüler. Piyade ve atlı askerler, her zamanki gibi silahlı olarak, bir haydutu kovalıyorlarmış gibi yola kovuldular. Vardıklarında karanlık çökmüştü ve Policarp’ı yukarıdaki katta yatarken buldular. Oradan da kaçıp başka bir yere saklanabilirdi. Ama istemedi. Şöyle dedi: -“Allah’ın istediği olsun”! Policarp vardıklarını duymuştu. Aşağıya inip onlarla konuşmaya başladı. Yaşı ve sakinliği ile herkesin hayranlığını uyandırdı. O yaşta birini tutuklamak için bu kadar çok uğraşıldığına, emek sarf edildiğine şaşıyorlardı. Policarp hemen orada diledikleri kadar yiyecek ve içecek ikram etti. Onlardan sadece rahatça dua edebilmesi için bir saat istedi. Kabul ettiler. Ayakta dua etti. Allah’ın lütfu ile dolu idi. Böylece iki saat dua etti. Onu duyanlar şaşkınlık içinde idiler. Çoğu böyle hürmete layık bir ihtiyarı yakalamaktan üzgündü. Stadyuma doğru yolda Policarp onunla beraber yaşamış olan büyükler ve küçükler meşhur veya halktan olan insanlar ve bütün dünyaya yayılmış Kilise için dua ettikten sonra yola koyulma zamanı gelmişti. Onu bir merkep üstüne oturttular ve şehre götürdüler. O gün cumartesi günü idi. Askerlerin başı ve onun babası Nicetus onu karşılamaya geldiler. Onu arabalarına aldılar, aralarına oturttular.onu ikna etmeye çalışıyorlardı: -“Sezar tanrıdır deyip ona günlük ikram etmekte ne kötülük var? Böyle yaparak hayatını kurtarırdın.” O ilk önce hiç sesini çıkarmadı. Sonra ısrar ettikleri için şöyle cevap verdi: -“Hayır, bana tavsiye ettiklerini yapmayacağım” Onu ikna edemeyeceklerini anladıklarında ona bu sefer küfretmeye başladılar. Onu arabadan şiddetle dışarı attılar. O kadar ki ayağı bile yaralandı. Policarp başına hiç bir şey gelmemişçesine arkasına dönüp bakmadan stadyuma doğru yürümeye başladı. Orada o kadar çok gürültü vardı ki hiç kimse sesini duyurtamıyordu. Sonunda Policarp’ı içeri aldılar. Onun yakalandığı duyulduktan sonra gürültü sağır edecek kadar çok fazlalaştı. Sorgu Policarp’ı Konsül Vekili’ne götürdüler. Konsül Vekili onun Policarp olup olmadığını sordu. O, “evet” diye cevap verdi. Konsül Vekil ona, hayır demesini tasfiye etti. -Büyük yaşına saygı duy! –dedi.ve adeti olduğu gibi buna benzer şeyler ekledi: -Sezar’ın adına yemin et! Geriye dön! Dinsizleri yuhla! O zaman Policarp ciddi bir ifade ile stadyumu dolduran paganlara baktı, onları eliyle işaretledi,gözlerini gökyüzüne çevirdi ve içini çekerek şöyle dedi. -“Dinsizlere yuh”! Konsül Vekili ısrar ediyordu: -“Yemin et seni serbest bırakacağım! Mesih!i inkar et”! Policarp şöyle cevap verdi: -“Seksen altı senedir Mesih’e hizmet ediyorum ve bana hiçbir kötülüğü dokunmadı. Kralıma ve Kurtarıcıma nasıl küfrederim?” Konsül Vekili yeniden ısrar etti: -Sezar’ın adına yemin et. Policarp şöyle cevap verdi: -“Dediğin gibi yemin edeceğimi zannediyorsan, yanılıyorsun. Ve benim kim olduğumu bilmezlikten geliyorsun. İşte, dinle, ben sana açıkça söylüyorum: Ben Hristiyanım!” Konsül Vekili yeniden başladı: -Hayvanlarım var. Eğer fikir değiştirmezsen onlara yem olursun. Policarp cevapladı: -“Haydi çağır onları! Çünkü bizler iyiden kötüye gitmek için fikir değiştirmeyiz. Ama kötüden iyiye geçmek işte bu güzeldir!” Konsül Vekili kızarak: -Madem ki hayvanları küçümsüyorsun, fikir değiştirmezsen seni ateşle yakarım. – dedi. Policarp cevapladı: -Sen beni bir an yakan sonra sönen ateşle korkutuyorsun. Ama kötüleri bekleyen sonsuz acıları ve muhakemenin ateşini bilmiyor musun? O halde geç kalma. İstediğin gibi karar ver. İşte Policarp’ın verdiği cevaplardan birkaç tanesi. Yüzü güzellikten parlıyordu ve kuvvet mutluluk doluydu. Soruşturma onu ne sıkmış ne de üzmüştü. Tersine Konsül Vekili çok sinirliydi. Sözcüsünü stadyumun ortasına yollayıp üç kere şunu bildirdi: -Policarp Hristiyan olduğunu söyledi! Ölüme mahkum edilir Kahramanca söylediği bu sözlerden sonra paganlar ve İzmir’e yerleşmiş Museviler kızgınlıkla bağırmaya başladılar: -İşte Asya’nın öğreticisi, Hristiyanların babası, tanrılarımızı yıkan o’dur! Bir taraftan kuvvetle bağırırlarken öte yandan Asiyark Filippus’tan Policarp üzerine bir aslan yollamasını istiyorlardı. Filippus bunu yapmaya yetkisi olmadığını söyledi. Çünkü hayvanlarla dövüşler sona ermişti. O zaman hep beraber karar verip şöyle bağırdılar: -Policarp canlı olarak yakılsın! Odunlar hazırlanıyor O zaman her şey çok çabuk, gerektiğinden kısa bir sürede oldu. Anında millet tahtalar ve odunlar toplamaya ve üst üste yığmaya başladı. Museviler, adetleri olduğu gibi hevesle çalışıyorlardı. Odunlar hazır olunca Policarp kendi soyundu, kemerini ve ayakkabılarını da çözmeye çalıştı. Genelde bunu kendi yapmazdı, çünkü etrafındaki imanlılar bu hizmeti ona yapmaya can atıyorlardı: adeta vücuduna dokunabilmek için yarışıyorlardı. Gerçekten de şehit olmadan önce bile ona büyük bir saygı duyuyorlardı, çünkü yaşamı ile büyük bir aziz olduğunu gösteriyordu. Onu yakmak için gerekenleri derhal hazırladılar. Onu çivilemek üzerelerken Policarp şöyle dedi: -“Beni böyle bırakın! Bana alevlere dayanma gücünü veren çivisiz de kımıldamadan durmam için bana güç verecektir.” O zaman onu çivilemediler, sadece bağladılar. Elleri sırtında zincirli, kurban edilmek üzere sürüden alınmış kaliteli, Allah için hazırlanmış güzel bir kurbanlığa benziyordu! Şükran Duası Policarp gözlerini göğe kaldırarak şöyle dedi: “Rabbim, her şeye kadir Allah’ım, Çok sevgili ve kutsal Oğlun Mesih İsa Bize senin adını öğretti. Melekelerin ve her gücün Allah’ı bütün yaratıkların ve senin indinde yaşayan bütün dürüst insanların Babası, sana şükrediyorum, çünkü beni bu günü ve bu saati yaşamaya layık gördün, Mesih’in kupasına ortak olmama beni layık gördün; öyle ki ruhum ve vücudum ebedi bir hayata dirilecek ve Kutsal Ruh gibi ebediyen yaşayacaktır. Allah’ım bu gün beni değerli ve hoş bir sunak olarak yanında kabul et! Sen bunu eskiden beri hazırlamıştın, Bana bildirmiştin ve de şimdi gerçekleştirdin, Ey gerçeklerin Allah’ı! Bunun için ve diğer bütün lütuflar için sana şan, şeref ve övgüler olsun, Ebedi büyük kahin olan sevgili oğlun Mesih İsa sayesinde sana şan, şeref ve övgüler olsun! Mesih sayesinde, Mesih’le birlikte ve Kutsal Ruh’un sağladığı birlik sayesinde şimdi ve ebediyen sana övgüler olsun! Amin. Alevlerin Arasında Policarp amin deyip duasını bitirdikten sonra ateşini yaktılar. O zaman parlak bir alev yükseldi. Ve gördüklerimizi başkalarına anlatabilmemiz için orada bulunma şansına layık olan bizler bir şaheser gördük: alev, rüzgardan şişmiş bir yelkenli gibi idi. Ve bizler güllük kokusuna benzer en güzel kokulara bedel bir koku duyduk. Sonunda paganlar Policarp’ın vücudunun ateşten etkilenmediğini görünce onu hançerlemek için birini yolladılar. Onu hançerlediklerinde o kadar çok kan aktı ki ateş söndü. Kalabalık, imansızlar ile seçilmişler arasındaki büyük farkı görmekten şaşkındılar. Ama kötü, kıskanç, doğru olanların düşmanı, Policarp’ın şehit olmasındaki büyüklüğü ve çocukluğundan beri kusursuz olan hayatını duydukça ve onun böyle bir zaferle öldüğünü görünce zavallı cesedini almamıza izin verilmedi, hepimiz onun değerli vücuduna sahip olmak istiyorduk. O kötü Herodes’in babası ve Alces’in kardeşi Nicetus’a vucudunu bize vermemeleri için aracılık yapmasını istedi. Ve şöyle diyordu: -Kokmamalıyız, belki de haça gerilmişten vazgeçip Policarp’a tapmaya başlarlar! Bunu Policarp’ın vucudunu almak istediğimizde incelemeler yapan Musevilere söylediler. Onlar, dünyada insanların kurtuluşu için acılar çeken Mesih’ten başkasına tapmayacağımızı bilmiyorlardı. Biz Mesih’i ne terk edebiliriz ne de başkasına değiştirebiliriz. Çünkü biz O’na Allah’ın Oğlu olduğu için tapıyoruz. Ama din için şehit olanları, Havarileri ve Rabbi taklit edenleri çok severiz. Ve bu doğrudur, çünkü onlar Rabbi ve Kralımızı mukayese edilmez bir şekilde sevdiklerini gösterdiler. Biz de keşke onların arkadaşları ve öğrencileri olabilsek! Yüzbaşı, Museviler tarafından çıkarılan kavgayı görünce cesedi herkesin görebilmesi için sergiledi ve sonra adetleri gereğince onu yaktılar. İşte bizde kıymetli taşlardan ve paha biçilmez altından daha değerli olan kemiklerini böylece toplayabildik ve doğru dürüst bir yere koyabildik. İşte orada. Allah’ın yardımı ile mümkün olduğu zamanlar sevinçle ve mutlulukla, Policarp’ın ölüm yıldönümlerinde toplanıyoruz. Ve diğer din şehitlerini de hatırlıyoruz. Ve böylece kendimizi de ileride olabilecek zorluklara hazırlıyoruz. Bir örnek ve bir hatıra Bu mutlu Policarp’ın öyküsüdür. Filadelfiya’dakilerle beraber izmirde şehit olan onikinci kişidir. Fakat Policarp diğerlerinden daha çok hatırlanmaktadır, o kadar ki paganlar bile halen ondan bahsetmektedirler. Policarp sadece iyi bir hoca değil aynı zamanda İncil’e uygun olarak şehit olan örnek bir kişidir. Ve herkes onun acı çekmesini örnek almak istemektedir. Sabrı ile adaletsiz hakim önünde zafer kazandı ve ölümsüzlük tacına layık oldu. Policarp şimdi Havarilerle ve bütün doğru olanlarla birlikte mutlulukla Evrensel Kilisenin Çobanı, ruhlarımızın rehberi ve Kurtarıcımız Rabbimiz Mesih İsa’yı ve her şeye kadir Allah’ı övmektedir. Yukarıdaki ifadeler o zamanki Kilise mensuplarınca Frigyadaki Akşehirde yaşayan Hristiyan topluluğuna İzmir kilisesi tarafından gönderilmişti.
Bu gün ne Polycarpe ait bir mezardan ne de olayların cereyan ettiği antik stadyumdan bir iz kalabilmiştir. Öncelikle antik tiyatro ile stadyumu karıştırmamak lazımdır. Bu günler üstünde ki gecekonduların kamulaştırılması ile yeniden açığa çıkma ümidi olan ve çok azda olsa bazı izleri görülebilen tiyatronun aksine stadyum dan en ufak bir iz yoktur ve sadece yeri bilinmektedir. Stadyum kalenin batı kapısına doğru giden yol üzerindeki Halit Bey İlköğretim okulunun yanındadır. Üzeri tamamen evlerle kaplıdır. Gerçi gecekondulaşma başlamadan çok önceleri bile stadyumdan kalan kalıntı yok gibi bir şeydi çünkü antik tiyatro ve stadyum Osmanlı döneminde uzun süre kemeraltı çevresindeki özellikle hanların özellikle de 1922 yangınında yok olan büyük ve küçük vezir hanlarının yapı malzemesi olarak kullanılmış ve daha sonra yine buradan çıkarılan taşlarla bir çok kamu binası ve İnciraltında bulunan Yeni Kale yapılmıştır. Taş ocağı olarak kullanılan stadyum 100 yıl önce bile boş bir arsa görünümünde idi. Antik stadyumun 100 yıl önceki ve şimdiki halleri aşağıdadır
395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, İzmir, sonradan Bizans İmparatorluğu olarak tanınacak Doğu Roma İmparatorluğu'nun bir parçası olur. Bizans İmparatorluğu döneminde Araplar, Selçuklular, Haçlılar ve Cenevizliler kenti ele geçirmek için birbirleriyle savaşırlar. Türkler İzmir'i ilk kez 1081'de Selçuklu akıncılarından ve zamanla ilk Türk denizcisi olacak Çaka Bey'in komutasında ele geçirirler. Çaka Bey'in ölümünden sonra Bizanslılar kenti 1098'de geri alırlar ve şehrin kıyı tarafı 1204 yılında Rodos Şovalyeleri'nin eline geçer. 1310'da Aydınoğlu Umur Bey tüm şehri ele geçirir. 1344 yılında Cenevizliler kıyıdaki St. Peter kalesini ele geçirirler. Cenevizliler aşağı kenti kontrollerinde tutarken Aydınoğulları Beyliği yukarı kentte (Kadifekale) hakimiyet kurar. Gavur İzmir deyimi o dönemden kalmadır ve Cenevizlilerin elinde kalan aşağı kenti tanımlamak için kullanılmıştır. 14.yüzyıl ortalarında St. Peter kalesi ve aşağı kent bu kez Rodos Şövalyeleri tarafından ele geçirilir. Bu arada Osmanlı Devleti 1398'de İzmir üzerinde hakimiyet kurdu. Ankara Savaşı'nı kazanarak Osmanlı Devleti'ni mağlup etmiş olan Timur'un 1403'te bizzat komuta ettiği Moğol ordusu kenti istila edip, St.Peter Kalesini yerle bir eder. Bu fetih Timur'un Hıristiyan güçlere karşı yapmış olduğu tek savaş olması nedeniyle ayrıca önemlidir. Osmanlı Devleti'nin toparlanmasından sonra 1422 yılında II. Murat kenti zapteder ve İzmir bundan sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olur. İS.155 de öldürülen Polycarpe için bilinen ilk kilise, St. Polycarp adına Osmanlı İmparatoru Sultan Süleyman'ın izni ile Fransa Kralı XIII. Louis’in yardımıyla İzmir Frenk Mahallesinde 1625 yılında inşa edilmiştir. Kilise yapıldığı zaman Fransız Kapusin rahiplerine verilmiştir. Bu kilise İzmirli aziz adına yapılmış olmakla birlikte onun mezarı ile bir ilgisi yoktur. 1631 yılında izmire gelen Tavernier stadyumun yakınındaki yıkıntılar için Polycarpenin görev yaptığı kiliseden kalma demiştir oysa ki Polycarpenin görev yaptığı kilise anlamı cemaat liderliği idi, baskı ve takip halindeki Hristiyanların şehir içinde bir taş bina yapıp göstere göstere bu kilise binasıdır demeleri imkansızdı. 1648 de Monconysda bu kalıntıların kilise olduğunu söyler,1675 de Spon yine aynı şeyleri söylüyor ve bir çok seyyah da antik stadyum yakınlarındaki antik kalıntıları Polycarpenin kilisesi diye adlandırıyor. Mezarı hakkında ise kimse bir şey söyleyememiş, 1648 de Monconys, orada görülen sadece bir Türk evliya mezarıdır. öyleyken Rumlar bunu onun mezarı sayıyorlar demektedir. Spon ise bu mezarın anmaya değer hiç bir yanı yoktur diyor. 1739'da İzmire gelen Pockocke ise Stadyum yakınında Polycarpenin mezarı vardır, Söylenene bakılırsa rumlar onun anma gününde çok büyük karışıklıklar çıkarmış, izmir kadısıda bu mezarı Rumlar dan kim ziyaret ederse şehirdeki tüm rumların (Hristiyanların)para ödemesi gerektiğini söyleyince bu iş tutmamış ve hristiyanlarca ziyaret edilmez olmuştur. Bu günden sonra da mezarın başına Türklerde adet olan sarıklı bir mezar taşı dikilmiştir. şeklinde anlatmıştır. Chandler ise bu mezarın Polycarpenin olup olmadığına dair kimsenin bir şey bilmediğini söylemektedir. Peki bu antik stadyum yakınındaki sarıklı mezar kimindi? İzmir'in Aydınoğulları Beyliği döneminde Türklerin eline geçmesinde çok yararlı olmuş bir zat olduğu düşünülen ve bir zamanlar yanı başında bir de tekke binası olan Yusuf Dede daha aşağılardaki Emir Sultan gibi Aydınoğulları döneminde fetih de bulunmuş bir alp eren idi. Evliya çelebi döneminde burada ki tekkeden ve mezardan bahseder. Zamanla çevresi müslüman mezarlığı olan bu Yusuf Dede tekkesi ve türbesi Polycarpenin mezarını arayan ama bulamayan gezginler tarafından buradaki bu önemli mezar olsa olsa Polycarpenin mezarıdır diyerek, tüm fotoğraf ve kartpostallarda Polycarpenin mezarı olarak adlandırılmış, yine Polycarpenin kilsesi olarak da son yıllarda yapılan kazılarda altında daha eski bir tapınak ve kiliseye rastlanmayan ve Türklerin izmirde yaptığı ilk camii olduğu ispatlanana kadar acaba şapelden mi çevrilme diye merak edilen kale mescidini de Polycarpenin kilisesinin camiye çevrilmiş hali olarak adlandırmışlardır. Oysa ki Polycarpenin görev yaptığı bir kilise binası o dönemde yoktu. Yusuf Dedenin mezarı ise 1930 larda yok olmuştur ki kadifekalenin altında ki yangın gözetleme kulesi ve İnkilap ilkokulu civarında idi.
Polycarpe kilisesi denilen kale mescidinde yapılan kazılarda kilise olduğuna dair bir ize rastlanmadı
Halitbey Caddesindeki Katolik Polycarpe Kilisesi Polycarpenin zamanla Yusuf Dedeye dönüştüğünü iddia edenler varsa da bu mümkün olamaz, çünkü Polycarpe antik stadyumda öldürülmüştür ve izleyicileri tarafından altından, mücevherden üstün tutulan kalıntıları toplanmış ve uygun ? bir yere yerleştirilmiştir fakat Romalılarca suçlu ilan edilip öldürülen bu din adamını o zaman için kamusal bir alan olan stadyumun yanı başına, korkmadan ve Romalıları tahrik edercesine böyle alenen bilinen bir yere gömemez ve gömmezlerdi. O zaman için bu kalıntıları daha güvenli bir yeraltı dehlizine ya da toplandıkları evin içinde bir kutuda saklamış olmaları akla daha uygundur. Yüzbaşı, Museviler tarafından çıkarılan kavgayı görünce cesedi herkesin görebilmesi için sergiledi ve sonra adetleri gereğince onu yaktılar. İşte bizde kıymetli taşlardan ve paha biçilmez altından daha değerli olan kemiklerini böylece toplayabildik ve doğru dürüst bir yere koyabildik. diye ifade edildiğine göre geriye sadece kemik ve küller kalmıştı ki bu da bir kutuda saklanabilirdi. Bizans döneminde böyle bir mezarın yeri bilinse idi ki Selçukta Aziz Yuhanna Kilisesi/mezarı ya da Pamukkale/Hierapolis St.Philip Kilisesi/şehitliği ve nice örnekte ki gibi burasının üstüne bir manastır, kilise, Martyrion denilen şehitlik binası yapılması gerekirdi. Yine bu tür din şehidi mezarları sıradan bir kişi gibi toprağa gömülmez, bir lahit yada relic denilen kutsal muhafaza kutularında kiliselerin en güvenli yerlerinde saklanırdı. Aziz Polycarpe antik stadyumda öldürülmüştür fakat mezarı yada ona ait bir kilise olmamıştır. Onun kalıntıları belki hala bir yerlerde sakldır, belki Bizans Döneminde onun için yapılmış bir kilise ile birlikte yok olmuştur, bunu bilmiyoruz fakat onun burada öldürülmesinin bile bilinmesi adına hatırasını yaşatmak için proje ve çalışmalar yapılması, gerekirse antik stadyumun olduğu bölgeninde kamulaştırılıp, antik kazılara açılması ve Aziz Polycarpe için bir anıt vs. dikilmesi din turizmi adına şehrimize gelecek turistler için çok yerinde ve faydalı olacaktır.
Polycarpe mezarı olarak adlandırılan Yusuf Dede Mezarı
İlbey TANKUT